
Kahramanımız Julius Caesar’dan bu deneme boyunca Türkçe’deki namı olan Jül Sezar olarak bahsetmek uygun olur. Hatta sadece Sezar demek de yeterlidir. Tıpkı Nemrut gibi tarihe kavram olarak damgasını vurmuş olmasından dolayı buna hak etmiştir. Almanca, kaiser ünvanının kaynağı olan bu kelime; Slav dillerinde çar, İslam medeniyetinde kayzer olarak sirayet etmiştir. Örtülü olarak, mecazen “ hükümdardır ne yapsa yeridir” izlenimini edindiğimiz bir anlamı ima eden bu özel ad, artık bir unvan sıfatı olarak yaşamaktadır.
Sezar’ın sadece ismini değil tarzını da dünyaya nasıl yaygınlaştırdığının izini sürmek istiyorum. Hayat hikayesine biraz dikkatli bakarsanız Sezar’ın ününü bileğinin hakkıyla kazandığını, kararlılığının ve muhtemelen şeytani zekasının, tabiri caizse çalışkanlığının bir sonucu olarak ünlendiğini rahatça görürsünüz. Bu görkemli ve alengirli hayat çizgisi üzerinde iz sürerken vahşi bir cesarete sahip olan bu adamın, garip bir biçimde halktan biri olma özelliğini hiç kaybetmediğini de hissedebilirsiniz.
Jül Sezar’ın Karnesine bakacak olursanız çok parlak bir öğrenci olduğu gözünüzden kaçmayacaktır:
Aile kökeni : Orta (senatonun kanaat notu ile) İyi
Hırs : Pekiyi
Talepkarlık : Pekiyi
İkna Yeteneği : Pekiyi
Lobicilik : Pekiyi
Hitabet : Orta (özel dersle) Pekiyi
Taktik : Pekiyi
Strateji : Pekiyi
İntikam : Pekiyi
Çarmıha Germe : Pekiyi
Kılıçtan Geçirme : Pekiyi
Eş seçimi : Pekiyi
Alemcilik : Pekiyi
Askerlik :Pekiyi
Beline düşkünlük : Pekiyi
Zorbalık : Pekiyi
Ganimetçilik : Pekiyi
Beden eğitimi : Pekiyi
Arkadaşlarıyla Geçimi : Pekiyi (ölüm biçimi nedeniyle) Orta
Kibir : Pekiyi
Diplomasi : (Cleopatra başta olmak kaydıyla) Pekiyi
Vizyon : Pekiyi
1980’lerin başında kocam ve kızımla doğduğum şehre, İzmir’e dönüp Göztepe’de minicik bir çatı katına yerleştik. Çatalkaya zirvesini gören ve bir parça körfez manzarasını da yakalamış bir çatı katı. Balkonların neredeyse evden geniş olduğu bir ev, bir oda bir salon. Geniş yatak odasını ortadan bir perde ile bölüp kızımıza müstakil bir oda oluşturduk. Bina 1950’lerde yapılan geniş daireleri olan sevimli bir bina. Dar bir sokak, komşularla içli dışlı yaşıyoruz. Tam karşımda kendisinde epeyce yaşlı kocası ve bir sürü kedi ile yaşayan 60 yaşlarındaki Ş.Teyze, Amerikan Koleji mezunu zarif, biraz da tatlı kaçık bir kadın. Onunla balkondan kısa sohbetler yapıyoruz. Biraz elden ayaktan düşmüş kocasına ara sıra öfkelenerek saatlerce kibar kibar söylendiğine şahit oluyorum. Bahar gelip de havalar biraz ılındı mı, balkona yerleşiyoruz. Karşı dairemizde İran’lı bir çift oturuyor. Tatlı bir samimiyetle, birbirimizden uzak ama ara sıra sohbet edecek kadar yakın oturuyoruz balkonlarımızda.
Ev sahibimiz mahalledeki dişe dokunan bütün hatunların kocası olmaya hazır bir çapkın. Bunu eşi dahil kimseden sakladığı yok. Arada sebebini anlamadığımız bir biçimde isim vermeden birilerine veryansın ediyor. Zamanla anlıyoruz ki ya birisiyle işi pişirmiş yada reddedilmiş. Yani ya övünüyor yada reddedilmenin acısını çıkarıyor. Bu şovlar bazen uzun saatler boyunca sürüyor; mahalleden birileri şamatadan bıkıp karakola haber verene kadar bir monolog halinde söylenip, galiz sözler sarf ederek geceye damgasını vuruyor. Bir saatten sonra polis arzı endam edince kendini layıkıyla savunmak için sokağa çıkıyor. Ya polislerle anlaşma yapıyor yada ekip arabasına binip karakola gidiyor. Polisleri bir güzel tavlayarak geri döndüğünde de bunu mahalleliye duyurmak için kısa bir anons da yapıyor. Sezaryen bir adam, istediği her şeyi elde edebiliyor. Elde etmese de intikamını bir şekilde alıyor. Adana’da sahibi olduğu kasap dükkanlarını pavyonlarda harcayıp Almanya’ya gitmiş ve orada bir İran’lı ortaklık yapmış, Berlin’de bir kebapçı açmışlar, dergilere kapak olacak kadar başarı kazanmışlar. Sonra Türkiye’ye dönüp yerleşmişler. Bir sürü mal mülk sahibi. Bu zenginliğin yanı sıra sahip olduğu 14 çocuk ve bir sürü torundan oluşan bir milis kuvvetine hükmettiğini de profiline eklemeliyim.Hem çok kaba hem de çok nazik olabilen bir adam. Hem nefret edilen hem de çok sevimli olabilen bir adam. Krallığını kurmuş istediği zaman yapamayacağı şey yok. Kendisinden en çok rahatsız olan komşuyu bile on dakika içinde evinde konuk ediyor. Bu sırada o kadar tatlı dilli ve misafirperver ki bir daha o insanla, kendisi istemedikçe arası açılmaz. Dünyanın en güzel kebaplarının piştiği küçük mutfak balkonunda her gün mangal yanıyor. Doğrusu onun elinden çıkmış her şeyin bir başka lezzeti var. Bu kebaplar bazen polislere rüşvet olarak bazen de komşulara barışma vesilesi olarak ikram ediliyor. Sağ olsun ben de az kebap yemedim. Buick marka otosunun bagajında küçük bir döner seti ve kömür daima hazır. Olur da yolda “mahsur” kalmış bir hanımı arabasına alırsa ve piknik yapmak icap ederse sefa tam olsun diye!
Sezar’ın tam karşısındaki evde ruh ikizi HM oturuyor. HM 40 yaşlarında, kendisinden 15 yaş falan küçük, belli ki yeğenleri, birkaç gençle evi paylaşıyor. Bu gençler akşamdan kalan rakı masasını işten gelince toparlayıp yenisini kuruyorlar. HM’nin bu gençler üzerinde bir otoritesi olduğu aşikar, ona saygıları hissediliyor. Bu sefa ehli perde kullanmıyor evdeki az sayıdaki eşya komşuların seyrine sunulmuş ve evde bir Alman kurdu yaşıyor. Akşam sesini kısmak lüzumunu hissetmeden yaptığı sohbetten anlıyoruz ki HM bir entelektüel, hanidiyse dokuz baharın otunu yemiş. Edebiyat, müzik, en çok da siyaset konuşuyor. Ayrıldığı üçüncü eşi iki oğlan çocuğuyla kendisini ziyarete geldiğinde haliyle bir münakaşadır kopuyor. Kadın ona çocukları neden köpeğin zinciriyle dövdüğünü soruyor. “Babaları olduğum için” diye net bir cevap alıp susan kadın bir süre sonra sınava alınıyor. “Ben senden neden ayrıldım?” … “Cahil olduğun için!”… “Söyle öyleyse Madame Bovary’nin ilk adı nedir?”… Kadın gerçekten bilemeyince HM’nin haklı boşanma sebebi de kabul görüyor.
HM tabiyatıyle Sezar’ı pek seviyor. Sezar şov sırasında küfrün dozunu kaçırınca onu teskin ediyor: “Sen Avrupa görmüş adamsın, bunlarla uğraşmak sana yakışmaz!”
Herkes Sezar’ı sevmiştir diyemesek de, Sezar herkese kendini sevdirebilecek kabiliyete sahipti diyebiliriz. Ününün ve etkinliğinin temelinde, insanlarla ilişki kurmaya dair sırlara vakıf olması yatıyordu. Gereğinde sert ve aynı şekilde yumuşak davranmayı beceren bir insan olmayı başarıyordu. Askeri ve politik dehasını kabul etmek zorundayız. Bunun yanı sıra davranışlarını akort ettiğini, pes ve tiz tonlarda aksamadan notaların hakkını verdiğini inkar etmemeliyiz. Senatonun kakafonik durumlarından bir intermezzo yarattığını; kararsızları karara, suskunları yönetimindeki koroya davet etmekteki başarısını kabul etmek zorundayız.
İsa’dan İncil’de nakledildiği gibi “ Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya Sezar’ın hakkı Sezar’a”. Tanrı yolunda harcamak gerekirken ayrıca Roma’ya vergi vermek istemeyen halk, Hz. İsa’ya şikayette bulunduğunda bu cevabı alacaktır. Sezar, İsa Peygamberden 100 yıl önce doğmuştur. İsa doğmadan 44 yıl önce de dünyamızdan ayrılmıştır ancak namı bir başka Romalı’da yaşıyor olmalı ki, Sezar adını İsa da anıyor.
Sezar önündeki engelleri bir bir aştı. Zeki, gayretli ve enerjikti. Başarısı dünya tarihine şan olacak ölçüde büyüktür. Zaman tüneline binip onun başarılarını nasıl kutladığını ve rakiplerini ne ölçüde küçümsediğini görmek keşke mümkün olsaydı. 12 temmuzda dünyaya gelmişti, yengeç burcuydu ama onu heybetli ve hava atan bir aslan erkeği olarak onu gözümün önüne getirmekte hiç zorlanmıyorum. Yengeçlerin tam battı, mahvoldu derken aniden yaptığı çıkışları hayatı boyunca yakaladı. Sezar belki yükseleni aslan bir yengeçtir, pohpohlanmayı ve övülmeyi seven, yiğit tavırlı ve kibirli. unutmamak gerekir bir de yengeç kötülüğü diye bir anektod vardır.
Sezar’ı çok seven ve sayan Antonius’u, Shakespeare yazdığı ünlü tiratta şöyle konuşturur: “ Dostlar, Romalılar, vatandaşlar beni dinleyin:Ben Sezar’ı gömmeye geldim, övmeye değil. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür; haydi Sezar’ınkiler de öyle olsun. Asil Brutus size Sezar’ın haris olduğunu söyledi; eğer öyleyse bu ağır bir suç. Sezar da onu pek ağır ödedi. Şimdi burada Brutus’la diğerlerinin izinleriyle, çünkü Brutus şeref sahibi bir zattır, zaten hepsi, hepsi şerefli kimselerdir, evet müsadeleriyle burada Sezar’ın cenazesinde söz söylemeye geldim. O benim dostumdu, bana karşı vefalı ve dürüsttü; lakin Brutus haris olduğunu söylüyor ve Brutus şerefli bir zattır. Sezar Roma’ya bir çok esir getirdi, devlet hazinelerini bunların kurtuluş akçeleri doldurmuştu. Acaba Sezar’da hırs diye görülen bu muymuş? Fakirler ne zaman ağlasa, Sezar’ın gözleri yaşarırdı; hırs daha sert bir kumaştan olsa gerek. Fakat gene Brutus onun için haristi diyor; Brutus da şerefli bir adamdır. Siz hep gördünüz, Luperkarya yortusunda ben kendisine üç defa krallık tacı sundum, üç defasında da reddetti; hırs bu muymuş? Gene Brutus, haristi diyor. Ve şüphesiz kendisi şerefli bir adamdır. Ben Brutus’un dediklerini çürütmek için söz söylemiyorum, buraya bildiklerimi söylemeye geldim. Bir zamanlar siz onu hep severdiniz, bu sebepsiz değildi; öyleye sizi yas tutmaktan alıkoyan nedir? Ey izan! Sen hoyrat hayvanlara sığınmışsın, insanlar da muhakemelerini kaybetmiş. Beni affedin. Kalbim tabutun içinde, şurda, Sezar’ın yanında, tekrar bana gelinceye kadar beklemeli.”
Brutus’a Sezar’ın haris olduğunu söyleten Shakespeare, Antonius’un bunu tirat boyunca tekrarlaması yoluyla; bizi Brutus’un haklılığından şüphe etmeye davet eder. Sürekli tekrar ettiği diğer şeyden de emin olmayız. Brutus’un şerefli bir insan olmasından. Antonius ince bir şekilde onun doğru söylemediğini ima eder.
Antonius’un tiradı “To be or not to be” den sonra, en tanınmış Shakespeare tiradıdır ve onun kadar da paradoksaldır. Hem ihanetle sadakati sorgular; hem de hırsla şerefi. Antik Roma’da kişisel şeref çok önemli bir argümandır. Bu çağda aileye, dostlara ve kendine sadakat de çok önemliydi. Bu konularda bağışlayıcı ve insaflı olmaksa bir zaaf sayılırdı. İntikam almak bir haktı ve kimsenin buna itirazı olmazdı. Bu verilerden şu sonuç çıkabilir; Roma ahlak anlayışında; kişisel bir zafiyet yüzünden zayıf düşmedikçe ve bir mağlubiyet söz konusu olmadıkça hırsın bir kusur olma ihtimali yoktur. Diğer yandan sadece güçlü insanların kibirli olmak ‘hakkına’ sahip olduğunu bilirsiniz. Sezar ayrıca şehvetin her türlüsü kendine mübah görüyordu. Yaşayan Türkçe’de “şehvet” daralmış bir anlamla, cinsel iştaha işaret ediyor. Esas anlam ise dizginlenmeyen her türlü iştahı kapsar.
Sezar Roma’ya hizmet etmiş bir kahramandı. Manevi oğlu sayılan Brutus’un da aralarında bulunduğu altmış kişilik bir grup tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Dünya tarihine, “Sen de mi Brutus” repliğini miras bıraktı. İhaneti en iyi anlatan cümle. Brutus şerefine düşkün bir Romalı olarak sadakati niçin terk etti. Buna ancak yaralı bir gurur ve yaralı bir kalp sebep olabilir… Sezar’ın elde ettiği sınırsız güç sonucu kibir illetine tutulmuş olduğundan şüphe etmemeliyiz… Sezar şüphesiz haristi ama asıl kusuru (suçu) kibirli olmak olmalı, kibir yandaşlar açısından olduğu gibi rakipler açısından da gurur kırıcı bir çok durum yaratır kuşkusuz intikam arzusunu da harekete geçiren bir etkendir. Sezar’ın ölüm biçimi bunu çok destekliyor.
Sezar’ın ruhunun aramızda olduğuna dair birçok kanıt da bulabiliriz. Onu bir futbol takımının başında, bir global şirketin yönetim kurulunda, ünlü olmayı kafasına koymuş bir yetenekte yaşarken bulabiliriz.
Sezaryen yaşama biçimi, genel kabul gören veya geçerliliği olan değerleri kendi çıkarı için ustaca yorumlayıp; kendini bir kahraman olarak projelendiren her bireyde bir şekilde yaşamaktadır. Her Sezar’ın açıkça ortaya koyduğu bir niyeti vardır. Bu niyetinin bir buzdağı gibi ancak yedide biri görülebilir durumdadır. Buna ister art niyet ister kurnazlık diyelim “Sezaryen Başarının” temelinde gizli bir projenin yılmadan, usanmadan adım adım uygulandığını fark ettiğimizde, artık olan olmuştur. Eninde sonunda bir fenomen olarak topluma mal olan Sezar’ın artık hakkını veren de bulunur onu yerden yere çalan da.
Unutmayalım Sezar kendini “diktatör” ilan ettiğinde buna karşı çıkanlar kadar, olağan karşılayanlar da vardı.