20 Ekim 2008 Pazartesi

MASUM


(Bu çalışma 28. doğumgünü vesilesiyle Özgün’e adanmıştır. Davut kadar aziz ol!)

Mikelangelo, Pieta’da ikili figür kullanarak henüz 25 yaşındayken heykel sanatının inceliklerine ne kadar vakıf olduğunu çağlara ilan ettikten sonra 5.17metre boyunda bir “dev” heykeli yaptı: Davut. Davut’un Golyat’a (Kur’an-ı Kerim’de Calut) saldırmaya karar verdiği anı temsil eden Davut Heykeli 8 Eylül 1504 günü Floransa güneşine çıkarıldığında Floransa’lılar belki de o gün ikinci bir güneşin doğduğunu düşünmüşlerdir.

Bütün üstün vasıflılar ve yüksek sanat sahipleri gibi Mikelangelo hiç kuşkusuz şunun farkındaydı: Büyük eserler daima olağanüstü ve hatta insanüstü bir esin ve çaba ile ortaya çıkmaktaydı. Bunu eseri hakkında sarf ettiği cümleden anlamamız mümkündür, “ Ben sadece Tanrı’nın yarattığı mükemmel bir mermerin fazlalıklarını aldım.” Rönesans sanatçılarının seçilmiş elçiler olduklarını biraz olsun fark edenler böyle bir sözü ancak seçilmiş bir insanın söyleyebileceğini de anlayacaklardır. Bu görüş açısı ile meseleye eğilmek sonucunda bu mütevazı görünen ifade ile Mikelangelo’nun neyi kastettiğini anlamamız mümkün olabilir: Rönesans güzellik idealinin Antik Yunan’da sahip olduğu itibarı yeniden kazandığı bir dönemdir. Hıristiyanlık için kutsal olan temaların bu estetik kurallarla yeniden üretilmiş olması sürecinde sanatçıların eserlerini yaratırken aynı zamanda da ibadet etiklerini söylemek imkan dahilindedir. Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Atalarımız sadece taşı işlemekle kalmamış aynı zamanda ibadet etmişlerdir.” dediği gibi yada Yahya Kemal’in Süleymaniye için “Taştan Besmele” ifadesini kullanması gibi bir aşkınlık ve adanmışlık durumuna dikkatinizi çekmek isterim.

Davut Heykeline gönlümü kaptırdığımda otuzlu yaşlarımdaydım. Bu çırılçıplak heykelden taşan mesajın beni neden cezbettiğini anlamam ise neredeyse yirmi seneme mal oldu. Bu devin duruşu, başını belirsizce eğişi, elindeki sapanı omzunda gizler gibi tutuşundaki zerafetin anlamı şuydu: Masumiyet… Mikelangelo’nun söz konusu mermerin içinden sadece bir figürü değil o ruhun en önemli vasfı olan masumiyeti de ortaya çıkardığını, hatta sadece bu sebeple heykeli yonttuğunu zaman içinde fark ettim.

Tevrat’ta geçen genç çoban Davut’un Golyat ile savaşmasının hikayesini okuyanlar bilirler; Golyat, kendisi ile ölümüne dövüşmek için meydana gelen bu güneş saçlı delikanlıyı karşısında görünce onunla ince bir şekilde dalga geçer. Golyat Pekin Olimpiyatlarında gülleleri, çekiçleri atan atletleri kıskandıracak kadar iri bir savaşçıdır. Davut ise savaşan ağabeylerine kumanya getirmek için savaş meydanına gelmiştir. Saflardan ileri çıkıp İsrailoğulları’na teke tek dövüş yapmak için meydan okuyan Golyat’ın karşısına çıkmayı göze alacak bir babayiğit de yok gibidir. Kral Saul’un ( Kur’an’da Talut) askerleri bu insan azmanının karşısına çıkmayı düşünmek söyle dusun, o heybetin karşısında adeta tir tir titremektedirler. Bu manzarayı gören Davut, Kral Saul’a, Golyat’ı yenebileceğini söyler. Saul, bu teklifi şaşkınlıkla karşılasa da Davut’a itiraz etmez. O’nu meydana sürmeden önce bir zırh giydirir, (fakat muhtemelen tabiatın bağrında yalınayak başıkabak dolaşan) Davut bu zırhın içinde hiç de rahat edemez ve zırhı çıkarır. Heybesine birkaç taş alır ve kendisiyle dalga geçen zırhlara bürünmüş Golyat’ın gözüne sapanıyla tek bir atış yapar. Bir tam isabet! İşte bu Golyat’ın sonu olacaktır.

Davut’un devasa cüsseli Golyat’ı bir darbe ile saf dışı bırakması kadar bu mücadeleye gencecik bir delikanlının safiyetiyle talip olmasındaki mana da çok önemlidir. Davut’un masumiyetinin bir benzerine Müslümanlık tarihinde Hz. Ali’nin bir kıssasında rastlarız. Hz. Ali savaş meydanında yüzüne tüküren hasmına kinlenip (şahsi bir öfkeye kapılarak) hamle yaptığını fark ettiğinde kendini tutup; rakibinin canını bağışlar. Davut’un Golyat’ı öldürürkenki masumiyeti ile Ali’nin hasmını öldürmekten vazgeçmesindeki masumiyet aynıdır: “Tanrı’ya teslimiyet”: Davut gibi Hz. Ali de ne yapılırsa “Allah için” yapmak terbiyesi ile davranan insanlardır.

İslami kaynaklar Musa Peygamberin ölümünden sonra İsrailoğulları’nın pek çoğunun yoldan çıktığını ve Allah’ın da onlara kafir bir kabileyi musallat ettiği yazar. Yahudiler için kutsal bir emanet olan “Tabut” işte bu kabilenin reisi olan Golyat’ın eline geçmiştir. Bu yüzden savaşırlar. İsrail oğulları’nın kralı Saul Golyat’la savaşmak için çağrı yapar.Ancak küçük bir ordu toplayabilir. İsrailoğulları’nın “yoldan çıkmış” olan bir çoğu bu savaşa katılmaktan imtina etmişlerdir. Genç Davut’un Golyat’ı saf dışı bırakması ile bu küçük ordu şahlanacak ve güçlü rakiplerini yeneceklerdir. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de Tanrı’nın inananlara yardımının bir örneği olarak yer alıyor: “…Onlar Calut ve kuvvetleriyle karşı karşıya geldiklerinde, “Ey Rabbimiz! Bize zorluklara tahammül gücü bağışla, adımlarımızı sağlam kıl ve hakikati inkar eden bu topluma karşı bize yardım et!” diye dua ettiler. Bunun üzerine, onları Allah’ın izniyle bozguna uğrattılar. Davut da Calut’u öldürdü; Allah ona hükümranlık ve hikmet verdi ve istediği şeyin bilgisini öğretti. Ve eğer Allah, insanlara kendilerini başkalarına karşı savunma gücü vermeseydi (Allah’ın bazı insanları bazıları ile savması olmasaydı...) yeryüzü çürüme ve yozlaşmaya maruz kalırdı. Ancak Allah bütün alemlere karşı lütuf sahibidir.” (Kur’an-ı Kerim, Bakara suresi 249-250-251)

Bu savaşın ardından Davut’un yükselişinin hikayesi başlar. Davut Kutsal “Tabut”u geri alır ve kısa zamanda da İsrail oğullarının başına geçer. Aralarındaki bağların zayıfladığı 12 kabileyi bir araya toplamak için çabalar, bu minvalde 12 kabilenin her birinden bir kadınla evlenir. Böylece her kabileye kendi soyundan bir mirasçı vadeden bu eylem ile birleştirici bir misyon üstlenir. Nuh peygamberden sonra yeni bir soyun atası;“Zamanın Adem’i” olur. İsrailoğulları’nı yeni bir geleceğe yöneltir. Bu soy Hz. İsa’ya kadar erişecektir.

Davut kırk yıl hükümdarlık yaptı, İsrailoğulları en parlak dönemlerini Davut zamanında yaşadılar. Davut Kudüs’ü fethetti ve krallığının başkenti yaptı. Küdüs’ün çağlar boyunca tektanrılı dinler için taşıdığı anlamı düşünecek olursak; Davut’un başardığı işin büyüklüğünü de fark edebiliriz.

İsrailoğullarının macerası bir bakıma Homo sapiens’in karakterini tamamen ortaya koyan bir hikayedir. Musa Peygamberin onları dine davet ettiği zamandan itibaren inanç konusunda birçok gelgitler yaşayan bu halkın insan nefsinin Tanrı’nın iradesine boyun eğmekteki kararsızlığı ve ayni minvalde her fırsatta üstünlük davası gütmelerinin örnekleri hiç de az değildir. Bu vakıanın insanlığın bilinç açısından inanç karşınında sınanmasının hikayesi olarak ele alınması; (Ertuğrul Kürkçü’ye atıfla) “Anlatılan Senin Hikayendir” şeklinde formüle edilmesi manidar ve zihin açıcı bir yaklaşım olabilir.

Tektanrılı dinlerin tarihi, insanların bir Tanrı’dansa kendi yarattıkları putlara tapmaya ve önderlerini Tanrı olarak kabul etmeye eğilimli olmalarının örnekleri ile maluldür: “Hakikati inkara şartlanmış olan şu İsrailoğulları (zaten) Davut’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir: Böyledir çünkü onlar Allah’a isyan ettiler; hak ve adalet sınırlarını ihlalde ısrarcı oldular.” ( Ku’an-ı Kerim, Maide 78)

Bu ayete Muhammet Eset’in verdiği dipnot ise: “Lafzen, “doğru yoldan sapmış olan, yani bu güne kadar bu durumda ısrar eden (Razi’nin yorumundan alıntıyla): zaman içinde ilahlığı dini önderlerine yakıştırmaya başlayan -dinler tarihinde çok sık karşılaşılan bir olgu- bir çok topluğa işaret.” edildiğine dikkatimizi çekiyor.

Homo sapiensin her türlü eğiliminin İsrailoğulları’nın macerasında bulmamızın nedeni onların İlk kitap inen topluluk olmalarından kaynaklanmaktadır. Davut ise Musa’dan sonra gelen ve Musa şeraitinin sadık temsilcisi olmaktan dolayı çok özeldir. Bu özel duruma ona vahyedilen Zebur ile dikkat çekilmiştir. Zebur’da hiçbir şeriat kuralı yoktur, Tanrı’ya yakarış ve övgülerden oluşan bir metindir.

Tanrının seçkin kulu yakışıklı Davut’a Zebur’un ilham olunmasına masumiyetinin Tanrı tarafından belgelenmesi olarak bakmak mümkündür: “… Biz bazı nebilere diğerlerine nazaran daha büyük bir yücelik tevdi etmişizdir; tıpkı Davut’a (rahmetimizin bir belirtisi olarak) ilahi hikmetlerle dolu bir kitap (Zebur) verdiğimiz gibi.” ( Kur’an-ı Kerim, İsra Suresi, 55) Tanrı’nın peygamberliğin yanı sıra hükümdarlık da verdiği Davut, mezmurlar boyunca Tanrı’ya sığınır ve ondan yardım ister. Yoldan çıkmış İsrailoğulları’nı tekrar derleyip toparlamak gibi ağır bir yükümlülükten hiç şikayet etmeden sadece görevini başarı ile yapmak için yardım diler. Büyük işler başarmış olan Davut Mezmurlar boyunca sürekli Tanrı’dan yardım isterken, bu yakarışların içinde hırs ve öfkeye dair bir kelime dahi geçmemesi de dikkate değerdir. Zebur’un hiçbir şeriat hükmü taşımaması sadece ilahi aşkın terennümlerine yer vermesi de buna dahil olunca, gözümün önüne ordusuna önderlik ederken kuşlarla birlikte şarkı söyleyen ateş saçlı bir “çocuk” geliyor. Yahudi kaynaklarında Hz. Davut’un mızmar denilen bir müzik aleti çaldığı yazılıdır. Kur’an’da da (Sad suresi): “(Her taraftan) gelen kuşlar ona icabet ederler, hepsi onun nağmesine katılırlardı.” denilmektedir.

“Ya Rab, Çadırına kim konuk olabilir?
Kutsal dağında kim oturabilir?
Kusursuz yaşam süren,
Adil davranan,
Yürekten gerçeği söyleyen.
İftira etmez,
Dostuna zarar vermez,
Komşusuna kara çalmaz böylesi
Aşağılık insanları hor görür,
Ama Rab’den korkanlara saygı duyar,
Kendi zararına and içse bile, dönmez andından.
Parasını faize vermez,
suçsuza karşı rüşvet almaz.
Böyle yaşayan asla sarsılmayacak.” (Mezmurlar 15)

Davut’un varisi Hz. İsa sıkça Mezmurlar’a değinir:

“Siz Kutsal Yazılar’da deneni hiç okumadınız mı?” dedi:
“Yapıcıların kaldırıp attıkları Taş
Baş köşeye konulan taş oldu.
Rab’den sağlandı bu.
Gözlerimiz önünde ne görkem!” (Mezmurlar 118:22-23)
Bu nedenle, size derim ki Tanrı’nın hükümranlığı sizlerden alınacak ve ona yaraşan ürünleri veren topluma verilecek. (O taşa çarpıp düşen paramparça olacak. Taş da kimin üstüne düşerse onu ezip toz edecek.) Başrahiplerle Ferisiler O’nun simgesel öykülerini duyunca kendilerinden söz ettiğini anladılar.”
( Matta 21)

Davut Peygamber’in hayat hikayesi üzerine bazı yapılan değerlendirmeler onu mahkum etmektedir: Davut’un (Süleyman peygamberin annesi olan) komutan Uriah’ın karısı Bath-Sheba’ya aşık olup Uriah’ın ölümünden sonra onunla evlenmesi üzerine yapılan polemik Kur’an-ı Kerim’de Davut’un bir dava vesilesi ile sınandığını düşünüp af dilemesi ve bağışlanması sonucuna bağlanır (Sad suresi, 23-26).


Birçok peygamberin hayatı üzerine yapılan bu polemiklerin temelinde; peygamberlerin tanrısal kusursuzluk taşıması ve üstün insanlar olması hatta daha ileri giderek “Tanrı” olması beklentisi yatmaktadır. Her peygamberin Tanrı sanılmasını önleyecek bir veya birkaç hatası ve zaafı vardır. Bu azizler ve veliler için de bir vakıadır. Kutsal kitaplardaki, özellikle Kur’an-ı Kerim’deki anlayış ise peygamberlerin kusursuz olmaktan çok Tanrı’ya yakın ve “tevvab” (sürekli tövbe eden) olmaları üzerine kurulmuştur. İsa Peygamberin önerisini de analım: “İlk taşı günahsız olan atsın!”

Mesele masumiyetin dünya değerleri ile tespit edilip edilmeyeceğidir. Af dileyeni bağışlamamak ancak insana has bir tutumdur. Böylece dünya ahlaki haritası hiç kimsenin masum olamayacağı bir izobar sistemine mahkum edilmiştir. Bu ise insanlığın barış içinde bir geleceğe yönelme ihtiyacını bir ümitsizlik deryasına sürmektedir. Affederek masumiyetin iadesi bir prensip olacaksa; bu prensibi “sadece Tanrı’nın kusursuz olması” anlayışı ile inşa etmek mümkündür ve başka hiçbir yol insanın masumiyet konusunda herhangi bir ümit taşımasına müsaade etmeyecektir. Hiç kimsenin masum olmadığı bir dünya için tasavvur edilebilecek gelecek ise ancak bir erken kıyamet günü tasarımıdır (ecel-i kaza). Masumiyet doğuştan edinilmiş bir nitelik olmaktan ziyade manevi ve ahlaki bir olgunlaşma ile kazanılabilir. Tercih yapmak gerekirse hiç şüphe yoktur ki Tanrı’nın bağışlaması insanınkinden üstündür.

Toparlarsak; Davut, Musa şeriatının yeniden güçlenmesini sağlayan ve İsrailoğulları’nı geleceğe taşıyandır. İsa peygamberin Davut soyundan olması ise İncil’de onun “Mesih”liğini tescil eder. İsa bir bakıma aynı üstün vasıfların ve elbette masumiyetin bir timsali olarak onun manevi mirasına da varistir. Davut ve İsa’nın uyarıcı konumları ve masumiyetleri İncil’de ve Kur’an-ı Kerim’de tereddütsüzce kabul edilir ki esas itibariyle bütün peygamberler aynıdır. Mevlana Celalettin’in Fihi Mafih’de önemle üzerinde durduğu bu hususiyetin; peygamberlerin aynı mesajı taşıyan elçiler olmalarının bir türlü kabul görmeyişi ilginçtir. Homo sapiensin karakterine ise ne yazık ki uygundur.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yav arkadaş gördüm görmesine gördümde, senin kadar salağını ilk defa görüyorum. cidden sen izmirlisin yav. yazılardaki farklılığa bak, fethi okuyan sanırki seni gerçek bir türk(türk müslümandır islamdır, değilse türk'de değildir) ondan sonrakini okuyan sanır rum
saygılarımla

Fatma Çal dedi ki...

Adsız sansız bir insan olarak bana salak demişsiniz. İnancıma göre Allah bazı akıllılardansa salak kullarını daha çok sever.

Ayrıca yazdıklarımın size anlaşılmaz gelmesini anlayışla karşılarım.