13 Ocak 2008 Pazar

GECİKMİŞ BİR İLK SÖZ

Bu sayfaya ilgi gösteren bütün dostlarıma ve blog menajerliğimi sadakatle ve üstün bir performansla yapan Özgün’e teşekkür ediyorum.

Hitler’i anarken belirttiğim gibi “Yenilmezlik İnancı” adını bir Hitler araştırmasından alıyor. Daha önce düşündüğüm isim “Tutkunun Yenilmezliği” idi. Gel gelelim tutku kelimesinin dilimizde son zamanlarda bir anlam daralması ile malul olması, şehvetin günümüz dünyasının yükselen değerlerinden biri olması dolayısıyle aşk-meşk işleri ile sınırlanmış bir anlama işaret etmesi beni bundan alıkoydu.

Sadede gelince; tutku insanın dünya hayatı sürecinde yenmesi gereken bir ego (dinler açısından, nefs) problemidir. Yukarıda belirttiğim gibi aşk macerası ile sınırlandığında romantik ve geçerli bir anlamla zuhur ediyor. Fikrimce aşk dahi hayata nüfuz etmedikçe, yayılıp sevgi olarak dünyaya dağılmadıkça değersiz ve imkansızdır.

Nemrut, Sezar ve Hitler’den söz ederken biyografik bilgiler vermekten, özel hayatlarındaki bazı enteresan anektodlardan mümkün olduğunca kaçındım. Bu üç “kavram” benim için tutkularını gerçekleştirmek yolunda engel tanımaz bir tusinami oluşturan, isimsiz yığınların hayat haklarını elinden alan insanlardır. Tanrısal olanın sadece yok edicilik özelliğini hayata egemen kılan ve bu şekilde Tanrı ile de rekabet eden anlayışın temsilcileri oldukları benim için dikkat çekiciydi. Nemrut’la İbrahim’in macerasını hatırlayalım.

Sadece kendi istek, görüş ve tercihlerini, inançlarını esas alan; tutkularını doyasıya yaşamak geçirmek isteyen “tanrılar” dan yayılan bir basınçla sınırlanmış ve çaresizleşmiş durumda olmak sadece tarihe ait veya antik bir olgu değildir. Bir amaca hizmet etmeğe ikna olmuş insanların liderlerine ne şekilde sadakatle bağlandıklarının modern zamanlarda da pek çok örneğine rastlamak mümkün. Wilhelm Riech, Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı adlı kitabında bu tabi oluşu “kitlesel veba”; veba gibi her eve yayılan bir düşünme biçimi olarak tanımlar.

Son söz, sevgili Fazıl Say’ın şikayetçi olduğu mesele ile ilgili, söz konusu hayal kırıklığı sadece Türkiye’ye has bir gelecek projesinin iflası ile sınırlı değildir. Kıta Avrupası’nın Faşizm tekmesini yemiş İtalya ve İspanya dışındaki hemen her ülkesinde bugün muhafazakar ve milliyetçi yönelimler prim yapmıyor mu? Fazıl Say’a bazımız kızdık bazımız ona destek çıktık, bense onun bu naif isyanını saygıyla karşılıyorum. Müzik yegane evrensel iletişim biçimidir ve Tanrısal olmaya en yakın sanattır. Romantik ve kırılgan olmaksa en çok müzisyenlere yakışır
Tanrı yönetmenlerden ve Tanrı romancılardan söz edildiğinde kanıksamayız; Salvador Dali için “büyük mastürbatör” denmesi de bizi şaşırtmaz. Haşa huzurdan bunlar bir yerde doğrudur. İçten içe biliriz ki müzisyenler ilahi olandan beslenen peygamberlerdir. Fazıl Say’a Kavafis’in mısralarını hatırlatmalıyım: Bineceğin gemi yok / Gideceğin yer yok…

Hiç yorum yok: