23 Nisan 2008 Çarşamba

DEMOKRAT MISINIZ? YADA…

12 Eylül faciasının yaralarının sarılması yolunda hiçbir çaba harcamayan politikacılarımız, parlamenterlerimiz, hukukçularımız, sosyologlarımız, akademisyenlerimiz, sendikacılarımız, ‘Burası Türkiye’ diye haber yapan gazetecilerimiz, ‘Bu ülkede yaşanmaz diye’ şikayetçi olan seçkinlerimiz.
Basın ve eğitim kurumlarının basmakalıp bir “idealistlik” çemberine alındığı uzun yıllar boyunca “ne bilmemiz gerekiyorsa” onu öğrendik, bazı başka şeyler öğrenip arada bir bu ülkenin insanları lafa da karıştı. Sesini yükseltenler oldu. Bedelini de ağır ödediler. Benzerlerinin en acımasızı olan 12 Eylül süreci de bizi bin bir zahmet el yordamıyla geldiğimiz yerden gerisin geri itti. Bu geri itmenin karakteri de artık, “Neyi konuşmamız isteniyorsa onu konuşmak” olarak tanımlanabilir. Yukarıda tek tek sıraladığım okur yazar insanların, hepsine aydın diyelim, baskı dönemlerine fazla uyumlu bir yol izlediklerinden kuşku yok. Susmaya koşullanmış, depolitize olmuş bir toplumun “farz edilen” veya konumlandırılmış nabzına göre şerbet vererek suya sabuna dokunmadan yazmak, çizmek, konuşmakla varılan yer işte bu içinde bulunduğumuz durum.

Sosyolog Profesör Hanımefendi Cumhuriyet mitinginde, ‘Küreselleşmeye Karşıyız’ diye bağırıyordunuz. Sizinle hemfikirim doğrusu nihayet bir konuda konuşabiliriz. Öneriniz nedir? Bu işler Durkheim Sosyolojisi okutmakla olmuyor. Voltaire ve J. J. Rousseau’dan ithal edilen argümanlar da artık çılgın dünyamızın ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Siz Ettien Balibar’ı okudunuz mu, Bir makale yazdınız mı Althusser’i eleştiren… belki Baudrillard’ı bile dikkate almadınız. Ortaçağ karanlığından söz ediyorsunuz. Farkında mısınız, işler Martin Luter’in zamanındaki gibi değil artık. Ortaçağ karanlığı yıkan Protestan ahlakı bu gün, Bush vasıtasıyla, ‘Hz. İsa’dan cevaz aldım’ diyerek dünyayı cehenneme çeviriyor. Bu konuda bir paragraf yazdınız mı “cahil halkımızı” aydınlatacak. Söz söylemek emek ister, bir tusinami gibi dünyanın üzerine çöken küreselleşme dalgası her halde sizin bir sözünüzle durmaz. Küreselleşme karşıtları iğneyle kuyu kazar gibi sosyal projelerle ilgileniyorlar. Gönüllülük esasında faaliyet gösteren nice insanlar para ve iktidar hırsını bir tarafa bırakmış çalışıyorlar. Alternatif bir hayat için kafa yoruyorlar.

Nedenini tam belirtmediniz ama öğrendik ki AB’ye de karşıymışsınız. Beğenmediğiniz AB’nin ideologları bilmelisiniz ki tartışarak ve ciddi referanslarla hareket ediyorlar. Onlarla tartışmak için onların hareket noktaları konusunda biraz olsun bilgili olmak gerekiyor sanırım. Ya da yepyeni bir görüş ileri sürmek size kaldıysa, bunun dikkat çekici bir dayanağı olması gerekmiyor mu?

Yine size sorayım: Öğrencilik yıllarınızda Trabzon’da köylerde araştırma yaparken hüsnü kabul görmüşsünüz. Muhafazakarlık artınca tacizler de arttı anlaşılan. Aile içi şiddete, kadına yönelik şiddete AKP muhafazakarlığından dayanak bulmak kolaycılığı ne denli bilimsel acaba? Müfredat düzenine indirgenen, öğretim kurumu olmaktan çıkıp eğitim kurumu hüviyeti kazanan üniversitelerimizdeki araştırmalardan mı bu sonucu çıkardınız? Toplumdaki muhafazakarlığın artmasının nedenlerini araştırmak zülfü yare dokunmasın? YÖK uygulamaları sonucunda, akademik özelliği olması gerektiği neredeyse unutturulan üniversitelerimizdeki durumu biliyorduk ama bu kadar ucuz yorumlar yapılabileceğini şimdi sayenizde öğrendik.

Bugünkü Ulusalcıların ağabeyleri olan Kemalist-solcu aydınlarımız gerici, ve bir şekilde de hain diye niteledikleri Demokrat Parti iktidara gelene kadar her şeyin yolunda olduğunu söyleye geldiler. O günden sonra cahil halkın oyları ile iktidara gelen DP’nin bütün planları bozduğu ve ülkeyi ülkülerinden kopardığı tezine sarıldılar. Yıllarca bu teraneyi dinledik. Yazdılar okuduk. Ama Kemalizm ilkelerin ışığında ne bir program ne de bir öneri gündeme geldi. Gündeme gelen “Asker gelsin daha iyisi yok.” fısıltısının köy kahvelerinin sıradan söylemi olmaktan çıkıp örtülü bir arzuya dönüşmesidir. 12 Eylül Paşaları Atatürkçüyüz diyerek, temellerini baskı yöntemlerinden alan uygulamalardan sonra köşelerine çekildiler. Evren Paşa “Bugün olsa yine yapardım!” dediğinde ise bundan rahatsız olanların sesi duyulmadı bile. Fikir ve düşünce faaliyetlerini kendi uygun gördüğü sınırlara hapseden bu sisteme muhalif olanların hayalci ve romantik olarak tanımlanıp kaale alınmadığı ortadadır. Bu sistem, kamplaşmalardan beslenen yeni aktörler de yarattı tabiatıyla. Bu aktörler içinde kendisini en erdemli yere koyan Ulusalcıların yarattığı laiklik krizi ülke sorunlarını aşan bir cesametle gündeme oturdu. İrticacı olarak niteledikleri siyasi oluşumları takiye yaptıkları teziyle suçlayan bu insanlar kendi dayanaklarının sorgulanmasına izin vermiyorlar. Asıl olan, olması gereken, mensubu olunacak biricik görüş onlarınki çünkü referanslarını Kemalizm’den alıyorlar. Demokrasi hedefinin adeta bir sonraki darbeden sonraya ertelendiği bir çizgide hareket ettiklerine bakınca da akla gelen bir Kemalizm takiyesi ile karşı karşıya olup olmadığımızdır. Nadir Nadi’nin İsyanını hatırlatan bir durum: “Ben Atatürkçü değilim.”

Demokrasinin bu topraklara çok görülmesinin en kırıcı süreci 1960 yılında başladı. Gündemi laiklik sorunuyla sınırlayan söylemin aciliyet taşıyan sorunlar üzerine hiçbir öneride bulunmuyor olması da elde olmadan yine bir kırılma noktasında olduğumuzu hatırlatıyor. Gönül isterdi ki; Türkiye için elzem olan laikliğin korunması mücadelesi siyasi öneriler ve etkin bir muhalefetle çözülsün. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere AKP’ye karşı çıkan muhalifler hali hazırda sistemli bir öneri paketi sunmadılar. Korkarım böyle bir program da yok. AKP’yi kararnamedeki sağlam olabilecek delillere rağmen bir nebze haklı gösteren şey de bu önerisizliktir. Ayrıca da sormak isterim: Demokrasiyi kırıp geçen büyüklü küçüklü askeri müdahalelere diyelim ki baskı altında olduğunuz için sesinizi çıkaramadınız. Peki şimdi demokratik açılımlar açısından bir ümit ışığı olarak görülen, Avrupa Birliği müzakerelerine eleştirel bir katkı sağlamak neden aklınıza gelmiyor? AKP’nin bu konuda sizin de katkılarınızla başarılı olup sonsuz iktidar hakkını elde etmesinden mi korkuyorsunuz? AB üyeliğine gerçekten karşı iseniz seçmenleri tatmin edecek demokratik ve reformist bir program sunmanız gerekmez mi? Avrupa kapısında bekletilme meselesinde gurur incinmesinden muzdarip olmaktan başka (sadece) duygulara hitap etmeyen reel bir söyleme ihtiyacınız yok mu? Komitacı muhalefet anlayışının sonuçlarıyla bir ekonomik krizin eşiğindeki dünya konjonktüründe Türkiye’nin risklerini arttırmıyor musunuz?

Solcu Paşalardan medet umulan günler benim hatırımda, ‘CHP’li Baba’ lardan sempatiyle söz edildiğini de sizin unutmanız mümkün değildir. Ama demokrasi adına kafa yoran insanları liberal, sağcı, İkinci Cumhuriyetçi diye karalayarak tek sesliliği talep ediyorsunuz. Bu ülke yıllardır kötü yönetiliyor. Sizin iktidara talip bir reform öneriniz var mı? Yıllarca size gönül veren, sizinle aynı görüşü paylaşan, sözünüzden çıkmayan, Cumhuriyetin bekasını kendi çıkarlarının önünde gören, modern ve laik Cumhuriyet yanlısı insanların görüş ve düşüncelerine hiçbir katkı sağladınız mı? İlerici-gerici ile başlayan söyleminiz bugün laik- dinci ikilemine ulaştı. Laiklik kavramına yapılan katkıları da elinizin tersiyle ittiniz. Bu ülkedeki insanların laikliğin ne olması gerektiğini tartışmaları ne kadar da imkansız görmüyor musunuz? Kusura bakmayın siz değişmezlik seviyorsunuz, farklı olanı sevmiyorsunuz, kendi görüşünüzden başka bakış açısına tahammülünüz yok. Hiç de demokrat değilsiniz.

Hiç yorum yok: